RSS

21 Nisan 2010 Çarşamba

OCTAVIO PAZ

1990 Nobel Edebiyat ödülünü alan... Türk okurunun ilk kez Sait Maden çevirileriyle, sonraları YALNIZLIK DÖNEMECİ ve öteki çevirilerle tanıdığı Octavio Paz’ın entelektüel bir edebiyatı öne çıkardığı bilinir...Dolayısıyla salt denemelerden değil, Meksika gerçekliğinden, Marcel Duchamp’ ın "enigmatik sanatı"na kadar kuşatıcı bir deneme ufku, şiirlerinde de düşünceyi öne çıkaran bir kimlikle görünür.. Eleştirel bir duyarlık, zihinde derin karşılığını bulmaya yönelmiş bir lirizm vardır yapıtlarında....

Çoğu edebiyat eleştirmeni Paz’ın şiirinin entelektüel bir şiir olduğunu vurguluyor. O’nun şiiri “şimdi” yi, duyumsanır olanı yakalarken bile, çoğu kez bir düşünceyi taşır... Ama şunu da ekleyelim ki, en incelikli düşünceler, şiirin bir zerafetle akmasına engel olmaz. Düşünce şiirdedir; bir yüzüğe takılmış değerli bir taş gibi görünür...Ve ondan ayrılmaz.. Paz’ın şiirlerinde düşün ve müzik içiçedir.. şiirde imgelerin sesi duyulur...

76 yaşındayken Nobel’i alan Octavio Paz için İsveç Akademisi: “Dürüstlük ve duyarlı bir zekayla tanımlanan; geniş ufuklu ve ihtiraslı yazıları” için ödüle değer görüldüğünü açıkladı.. Kendisini bir zamanlar “düş kırıklığına uğramış bir solcu “ diye tanımlayan eski diplomat Paz “Uluslararası kültür bağlarıyla her zaman ilgilendim. Yazarların bir kültürden diğerine köprü kurmaları gerektiğine inanıyorum...” diyor...

“Paz yeni bir yoldan kendi içine dönüyor” diyen İsveç Akademisi üyeleri O’nun şiir ve denemelerinin Meksika’daki farklı kültürlerin , Hindistan ve Japonya’nın Budist Felsefesinin ve Batı çağdaşlığının karışımını yansıttığını belirtiyorlar... 1990 yılının 11 Ekim’inde Nobel Ödülü’nü veren İsveç Akademisi, açıklamasında şairin 1976’da yazdığı şu dizelere yer veriyordu:

Gördüğüm ve söylediğim
Söylediğim ve sustuğum
Sustuğum ve düşlediğim
Düşlediğim ve unuttuğum arasındadır şiir...



Octavio Paz’ın YALNIZLIK LABİRENTİ adlı denemesinde Çağdaş Meksika’yı ve çağdaş Meksikalıyı şaşırtıcı bir şekilde ele aldığı, Aztek takviminden esinlenilerek yazılan “GÜNEŞ TAŞI” adlı uzun şiirinin de sanatının doruk noktalarından biri olduğu belirtiliyor...

Bugünkü İspanyol-Amerikan kültürü bağlamında Borges’le birlikte, Paz’ın adı da önem taşır. Yapıtlarının ve kendinin çözümlemesine geçmeden önce, O’nun belli özellikleri somutlaştırmasını hesaba katmak gerekir. Yapıtlarında anlaşılır olma çabasında, bir yüksek zeka ve bunlara yayılan entelektüel bir aydınlık vardır.

Bu yapıtlar aynı zamanda eleştirellik ve derin bir kişisel düşünce de barındırmaktadırlar. O bir ozanın; retorik birikimini, estetik olguyu, dil sorunlarını çözümlemeden önce, yalnızca cahil bir duygulanmayı sürdüreceğinin farkındaydı. Bu nedenle eleştirel yönden yabancı yapıtları da, kendininkiler kadar iyi çözümlemekle işe başlamış, şiirsel yaratım fenomenini yorulmak bilmez bir araştırıyla sürdürmüştür.



Bir gün yiter gider
Evren gökyüzünde
Karda iz bırakmaz ışık
Bir gün yiter gider
Kapıları açmaya ve kapatmaya....

Güneşin tohumu çatlar sessizce
Bir gün başlar
Sis oyar tepeyi
Bir adam ırmağı iner
Gözlerinde karşılaşır bunlar senin
Günün içinde yiter gidersin
Şakıyarak ışığın yapraklarında
Çanlar çalar ötelerden
Her çağrı bir dalgadır
Her dalga gömülür çıkmamak üzere
Bir kımıltı...bir söz...buluta karşı ışık...
Güler ve saçlarını tararsın dalgın

Bir gün başlar ayaklarında
Adlarından başka şey değildir; el..aklık..saç..
Bu elin..bu aklığın... bu saçların..
Bu görülebilen ve yoklanabilen dışarı...
Bu içeri ve adsız olan
Aranır bizde el yordamıyla
İzleyip dilin yürüyüşünü
Geçerler bu imgeye gerdikleri köprüden
Parmaklar arasındaki ışık gibi kayarlar
Ellerimin arasında senin gibi
Ellerimle elin gibi sarılırlar birbirlerine

Bir gün başlar ve sözlerim
Sıcaklık zinciri ışık kabuğu
Bir gün başlar ağzında
Gözlerimizde yiten gün
Açılan gün gecemize...



Octavio Paz 31 Mart 1914’te Mexico City’de doğdu. Damarlarında İspanyol ve yerli kanı vardı. Sarsıntıları 1930 yıllarına dek süren Meksika devriminin ortasında yetişti. Aynı kentte eğitim gördü. Kökleri Hindistan ve İspanya’ya dayanan eski bir aileden gelen Paz, Fransızca ve İngilizce eğitim veren okullardan mezun oldu...

Düşünsel eğitiminde Meksika’daki yerli edebiyat akımının öncülerinden olan dedesinin, ve ülkesinin toprak reformu sorununa çözüm bulmada, hukukçu olarak çaba gösteren babasının büyük katkısı oldu... Edebiyat çalışmalarına çok genç yaşta başladı... Kendi kendini yetiştirmek isteyen Paz, edebiyat ve Hukuk eğitimini yarıda bıraktı.

1931’de Barandal adlı bir edebiyat dergisi çıkardı.. Bunu 1933’te MEKSİKA VADİSİ DEFTERLERİ adlı ikinci bir dergi izledi.. ve 1933’te ilk şiirlerini yayımladı, gene aynı yıl ORMANDAKİ AY adlı ilk şiir kitabını yayımladı. 1937 yılında, 23 yaşında, İspanya’da Cumhuriyetçilerin saflarına katılmak için okyanusu geçti. Batının siyasal gerçeğini ve sosyalizm, faşizm gibi “çağdaş Tanrısallıkların kanla yazılan yeni İlyada’sı”nı gördü. Daha sonra patlak veren iç savaş yüzünden oradan ayrılmak zorunda kaldı.

Meksika’ya döndükten sonra yurdunun gerçeklerini, Meksikalılık sorununu inceleyen denemelerini yazdı. Bilinçle, Meksika’daki İspanyol kökleri aramaya başladı... İlk şiirlerinde ve eleştirel yapıtlarında, çağdaş İspanyol yazarlarından Unamuno ve Machado’nun izleri görülür.


Birleştirici unsur olarak rol oynayan İspanya İç Savaşı’nın hemen ertesine rastlayan yıllarda, Bergamin’in İspanya’da bulunuşu; Paz’ın üzerinde bir başka İspanyol yazarın da etkili olmasına yol açmıştır.

Bergamin’in de yönlendirmesiyle Paz, İspanyol yazınını, Alman Romantiklerini, Lautreaumont’la gerçeküstücüleri ve Heidegger’i okudu.

O zamanlar yaygın olan modaya uymak kaygısı ya da yalnızca yönlendirmelerle yetinmeyip; istekle, düzenli olarak 1945’lerde Fransız Yazını’ndan Sartre ve Camus’yü; 1965’lerde de Levi-Strauss ‘la Alan Robbe-Grillet’yi inceledi.. Bu işi o denli önemseyerek yaptı ki; zaman zaman Fransız yazınını fazlaca incelediği yolunda eleştiriler de almıştır. Paz, bu dönemlerde sürrealistlerle sıkı bir ilişkiye girdi ve onlardan etkilendi... Toplantılarının çoğuna katıldı, bildiriler imzaladı.

Gene aynı dönemlerde Fransa’da bulduğu kitaplarda Doğu’yu okumaya başlamıştır. Doğu kültürünü, felsefesini inceledi. Hatta sonraları Doğu’yu görmeye gitti, dahası 6 yıl ülkesinin elçisi olarak Hindistan’da kaldı. Paz Akdeniz geleneğinde kökleşen Doğu’yu yorumlamada; temel olguyu değiştirmeksizin, dolaysız, onların yaşantıları hakkındaki yetkin bilgisiyle yazabilmişti. “DOĞU’YA MEYLETMEK” 1962- 1968 arasında yazdığı doğuya ilişkin şiirlerinden oluşmuş kitabıdır.


Bir arkadaşının önerisiyle diplomasi kariyeri yapan Octavio Paz, 1945-62 yılları arasında ABD, Cenevre, Japonya ve Paris’te bulundu.

Doğu edebiyatı ve felsefesiyle ilgilenmekle yetinmedi, Doğu kültürünün batı dünyasında tanınması için çaba gösterdi. O’nun için Doğu, herşeyin ötesinde bir içsel deneyim olmuştur. Doğuyla batının özgün bir sentezi olan şiirini ve genelde şiiri, bir karşı tarihin ürünü diye nitelendiriyordu Paz.. Şairi de “gizli olanın savunucusu... farklılığın arayıcısı” diye tanımlıyordu.

(Herat ‘ta Mutluluk)


Ta buralara geldim
Çekerek bu çizgileri,
Öylesine;
Yeşilli mavili bir cami,
Altı yassılmış bir minare,
İki ya da üç mezar,
Ermiş bir şairin anıları,
Timur’la soyunun adları.



Rast geldim yüzgünlerin rüzgarına.
Kumla örttü geceleri,
Kamçıladı kaşımı, kavurdu göz kapaklarımı.
Şafak:
Kuşların saçılması
Ve taşlar arasında köylülerin ayaksesleri olan
Suyun söylentiler yayan sesi.
(Ancak su da aldı tozdan nasibini.)
Ovada homurtular,
Görünüşler
Yitişler,
Kil sarısı kasırgalar
Düşüncelerim gibi, dönüyorlar
Otelin odasında, tepelerde:
Bir develer mezarlığı bu diyar
Ve benim düşüncelere dalışımda
Hep aynı çöken suratlar.
Rüzgar, o harabeler efendisi mi
Benim tek ustam?

Aşınmalar:
Gitgide büyür zerre.
Ermişin türbesinde,
Bir çivi çakmıştım
Kurumuş ağacın derinine,
Öylesi değil,
Diğerleri gibi, kem göze karşı:
Kendiminkine karşı.
(Bir şeyler söyledim:
Rüzgarın alıp götürdüğü sözcükler.)





Gençlik döneminin öbür şiir kitaplarından 1937’de yayınladığı “İNSANIN KÖKÜ”ve “SENİN AYDINLIK GÖLGENDE” “ ile 1941 ve 1942’de yayınladığı “TAŞLA ÇİÇEK ARASINDA” ve “DÜNYANIN KIYISINDA” dan yaptığı bir seçmeyi ÖZGÜRLÜK ANDI başlığı altında bir araya getirdi.. Şiir yaşamının ilk beş yılının bir toplamı olan bu yapıtı, Latin Amerika şiirindeki ilk öncü denemelere karşı bir tepkiyi gösteriyor, simgeci bir duyarlıkla, belirgin bir düzen kaygısını yansıtıyordu...

Octavio Paz’da belki tüm Meksikalıların ikilemi yatar: Düşlerini saklamadan, kültürel kişiliğin karmaşık ve özgün yönlerinin çatışması içinde söyler ve bir yandan da bu düşselliğe karşı kendi gerçekliğini kanıtlamaya çalışır.


Meksikalının karmaşık, çarpıcı, özgün kültürel kişiliği, Paz’a "düşlerle-gerçeklik" arasındaki, günün her anında ve bu anların yine kendi ölçeğinde bölünmesinden oluşan dilimler içinde karşılaşılan bir savaşa iter. Etkilendiği batılı yazın, alay gücü ve çağrışım olanakları, onu ne tür silahla donatırsa donatsın, o da bir bakıma yazgısının üstüne üstüne gider.

Düşlerin karşısında gerçekliği güçlü kılmak; düşlerin sonsuz çevriminde zıtların ilişkisini kurmak, insana ulaşmak zorundadır. Bu sonsuz çevrimde imge, huzurlu bir adacık gibi görünse de - imge bir tek dizeyi bütünleyen bir öğe olmadığı için - ozanı yeni bir girdap bekler. Sonra tekrar huzurlu bir kuytu arama girişimi... giderek boyutlanan bir anlam ve zihinsel sınırlarda daha üst anlatım biçimleri gerektirir. Paz’ın şiiri bir semboller şiiri ve kurgusal özellikte olmadığına göre, ulaştığı ifade gücü yeni bir savaşa temel olur...ve bu böyle sürer gider... An gelir,


Geçerim başlar başlamaz
Ne söylediysem hepsinden
Geçerim
Varolmaktan!
Bir anlık adın gölgesi
Asla bilemeyeceğim kefaretimi!”



dizelerinde olduğu gibi kabul edilmiş bir yazgıya meydan okuma gerçekleşir.. An gelir,


Görmek dokunmak o güzelim biçimlere, gündelik işler.
Zonklar ışık, kargılar ve kanatlar.
Kan kokar örtüde şarap lekesi.
Yayarım bu canlı saatte duyularımı
su içindeki mercan dalları gibi:
an sarı bir uyumda tamamlar kendini,
ey öğle, ağır dakikaların başağı,
sonsuzluğun tası.

Birkaç koldan akar düşüncelerim, yılankavi, sarmaş dolaş olur
yeniden ak
kıpırtısız kalır sonunda bir yere dökülmeyen ırmaklar;
grubunu yitiren bir güneş altında o kan deltası.
Ya bu ölgün suların çalkantısında mı sona ermeliydi her şey?

Gün, toparlak gün,
hepsi aynı sarı tatlılıktan geçmiş
yirmi dört parçalı ışıltılı portakal!
Zeka doğru dürüst işler sonunda
iki yarı düşman barışıverir
ve erir bilinç- ayna,
insan, imgeler ağacı
döner çeşme olan haline, masalların pınarına:
sözlerse çiçek olur, meyve olur
ya da ne eylediysen bu dünyada.”



dizelerinde olduğu gibi, akıl, beden, bilinç ve yaşam, görüntü ve madde arasında imgenin huzuru için bir kavuşmayı anımsatırsa da, aslında tüm bu ilişkilerden insana pay çıkarma söz konusu olur. Bu da şiir sürecinin içinden anlaşılabilecek bir eylemdir. Düşünsel yönü çok sonraları gelir.


Octavio Paz’ın şiiri üzerine üstünkörü bir göz atış bile, diğerine karşın varolan, bir diğerinin ilişkiler ağının anahtarını veren anlam alanları ortaya çıkaracaktır. Bunlardan ilki somut diyebileceğimiz anlam alanlardır. Yanıltıcı yansımaların etkisi altındaki ozan somut anlam alanlardaki hamleleriyle gücünü kanıtlar; biler; egemenliğini hisseder, (hissettirir) ve soyut anlam alanlara geçirir.

(Ayrıca günün yirmi dört saatinin insan için mitler ve olağanüstü bir nimetler zinciriyle dolu olduğunu düşünelim) Bu alanlarda kullanılan sözcükler, gece, gölge, ışık, güneş, gün, gibi karşıtını veren, daha doğrusu zıtlık ilişkisi çabuk anlaşılan sözcükler olmaktan çıkıyor. Zaman, an’la dilimlenir. Düş ile de gizi giderek karmaşıklaşır, imgesel boyutlamalarla zihnimizi somut anlam alanlarının güvenlikli ortamından çıkarır. Nihayet kendisinin el vermediği soyut alanlarda azap dolu uçuşumuzla baş başa bırakır. Okuyucuda çaresizlik ve gerilim had safhaya gelince - geçirilen nice ateşli ve çılgın deneyimden sonra- dizelerde, “en azından bir kurtuluş umudu kalmıştır” dedirtebilecek bir canlanma görülür:


Bir ağaçtım konuştum
Yapraklar ve gözlerle kaplanmıştım
Bir söylentiydim kendi kendine yayılan
Bir imge demeti
(Birtakım işaretler karalıyorum şimdi
Eğri büğrü
Siyah üstüne beyaz
Harflerin minik bahçesi
Kavuşuyor ışığa yeşeren bir lambayla)

Geçip gitti araba
Uyuyan mahalleleri
Koştum düşüncelerimin ardından
Benimkilerin, ötekilerin
Anılarda kalanlar, hayata geçenler tasarlananlar
Adlar
Kıvılcım artıkları
Gece eğlencelerinde gülüşler
Saatlerin dansı
Burçların yürüyüşü
Ve öbür paylaştığımız yerler
İnsanlara mı inanıyorum ben
yoksa yıldızlara mı?
İnanıyorum
(İşte burada bir dizi noktayla gözler önündeler)
Görüyorum.


Mutlaklar sonsuzluklar
Ve sınırları kesişenler
İlgilendirmiyor beni
Yaşamaya ve ölmeye açım ben
Bildiğim ve inandığım şeyleri yazıyorum
Gelip çatması anın
Ne eylediysen
İçinde yekpare varlığın
Yontulduğu ve bozulduğu harekettedir
Bilinç ve eller zamanı kavramak içindir
Bir tarihim ben
Kendini yaratan bir bellek
Bir başıma olmadım hiç
Seninle konuşurum an be an



Ünlü şairimiz Melih Cevdet Anday, Octavio Paz için bir yazısında şöyle diyor:

“Octavio Paz’ın şiirine varmak için, anlamak için demiyorum; çünkü şiirin anlayacak bir yanı yoktur... çifte anahtar kullanmak gerekir kanısındayım, ama bu anahtar bize hiç bir kapıyı açmayacaktır. Çünkü O’nun şiiri demektir bu çifte anahtar... Düşle gerçek... nesneyle söz... bilgiyle büyü... imgeyle düz söz... dünya görüşüyle, gerçek dünya; onda biribirinden ayrılamayacak ögeler olarak bir anlam-yapı birliği yaratırlar... Entelektüel bir ozandır Octavio Paz... Ve böyle olmasının kendisini bir iç çatışmaya sokacağını bilerek serüvenini göğüslemiştir.. Çağımızın yarattığı yeni bir ozan tipidir bu.. başarıya eremezse ya zekanın ya duygunun mezarına gömülecektir... Bunu bilen Paz gerçeği düşe, nesneyi söze, bilgiyi büyüye imgeyi düz söze çevirmez; onlara yer değiştirerek birbirlerini temsil etme olanağını sağlar... İşinin büyük güçlüğü buradadır. Bunun gibi O’nda ülkesel olanla dünyasal olan sık sık nöbetleşir. Meksika’ya hapsolmaz... ama ondan kopmaz da... Octavio Paz’ın şiirine ancak O’nun imge dünyasına vararak girebilirsiniz...Bu dünya ne bir süs dünyasıdır, ne de istenerek kapalı kılınmıştır... neyse odur O.."


yukarılarda bir yerlerde vuruyor çekiçler..
tozlaşıyor sesleri
ikindinin tepelerinden
dümdüz iniyor yapı işçileri
mavi ve hoş bir akşamın içindeyiz
burda başlıyor aylaklık günleri
tutuşuyor aniden solgun su birikintisi
yakıyor sinekkuşunun gölgesi
ilk evlere varır varmaz
paslanıyor yaz
birileri kapıları kapatıyor,
birileri gölgesiyle konuşuyor...
Ortalık karardı..caddede kimsecikler yok şimdi...
ne de şu köpeğin
yalnızlığıyla korkak yürüyüşü
korkutacak birisi kapasa gözlerini....



1935 ile 1975 dönemi arasında yazdığı bütün şiirleri 700 sayfayı aşan bir kitapta topladı.. POEMAS.

1937’de Madrid’de bir yazarlar toplantısına katıldı... İspanya İç savaşının kızıştığı dönemde Valencia ve Endülüs’e gitti.. Madrid’de M. Hernandez, Luis Cernuda, R.Alberti, P.Neruda, ve C.Vallejo gibi şairlerle dostluk kurdu... Aynı yıl Meksika’ya dönerek politikaya atıldı., Halkçı gazetesinde çalışmaya başladı. 1938’de ATÖLYE dergisini yönetmeye başladı. B.Peret ve Leonora Carrington ‘un aracılığıyla Gerçeküstücülük akımına katıldı.

1943’te SAVURGAN OĞUL dergisinin kurucuları arasında yer aldı...

1943-1945 arasında ABD ‘de incelemeler yaptı. Yeats, Pound ve Cummings’in şiirleriyle ilgilendi.

1945’te Meksika Dışişleri Bakanlığında görev aldı ve 1946-1951 yılları arasında Paris’te bulundu. Orada B.Peret ile dostluğunu sürdürürken (A.Breton, Georges Schehade, H.Michaux, J.Superville, Andre Pierre de Mandiargues gibi) gerçeküstücü sanatçılarla ilişkiler kurdu... Yazıları ve şiirleri gerçeküstücülerin yayımladığı dergilerde yer almaya başladı...

Paz 1950’de Meksika gerçeğini eksiksiz biçimde yansıtan yapıtlardan biri sayılan “YALNIZLIK DOLAMBACI” adlı denemesini yayımladı... 1951’de yayımladığı “KARTAL MI GÜNEŞ Mİ ? adlı şiir kitabı gerçeküstücü özelliklerin en açık biçimde görüldüğü yapıttır.

1952’de Japonya’ya ve Hindistan’a yolculuklar yaptı...Doğu edebiyatı ve felsefesiyle ilgilendi. Doğu kültürünün batı dünyasında tanınması için çaba gösterdi.

1955’te Meksika’ya dönerek üniversitede ders vermeye başladı. Ertesi yıl şiirle ilgili düşüncelerini içeren YAY VE LİR adlı deneme kitabını yayınladı. Şiire ağırlık veren bir tiyatro topluluğu kurdu ve bu topluluğun kendi yazdığı RAPACCİNİ’NİN KIZI adlı oyunu sahnelemesini sağladı. Bu dönemde Meksika’daki öncü sanatın sözcülüğünü üstlendi. Eleştirmen olarak etkin bir rol oynadı.

1957’de en önemli şiir kitabı sayılan ve bir çok yabancı dile çevrilen GÜNEŞ TAŞI’ nı yayınlandı...Bu kitap için Fransız eleştirmen ve şairlerinden Alain Bosquet şunları söylüyor: “Bir nesneler ve duygular karmaşası bu şiir.. Bir evrenin bittikten sonrasına benzer yeni bir oluşun ve insandan öç alır gibi, onu içeren, ama kendi egemenliğini yasaklayan bir evrenin gereçlerini taşıyor.”



adlarımızla çağırırlar bizi,
bir sözcük çağlayanı ki, beni belirtmek için,
seni, onu, bizi,
ulu bir ağaç altında yaşayan yağmurun heykelini,
şirin zamirler ki, bizi söylemek için ve tanımak için kendimizi,
ve iman etmek için adlarımıza;
geriye doğru görmeliyiz düşlerimizi, kaynağına doğru,

yukarı sürüklemeliyiz çağları
çocukluktan çok ötelere...
başlangıçtan çok ötelere...
vaftiz törenimizin sularından daha ötelere...
indirmeli aşağıya / insanla insan arasındaki duvarları..
birleştirmeli yeniden ayrılmışları...
yaşamla ölüm karşı karşıya iki dünya olamaz
iki ikiz çiçeğin bir tek sapıyız biz...
ortaya çıkarmalıyız yitik sözcüğü /
düşlemeliyiz;
hem içe, hem dışa doğru....




Paz’ın şiirlerinde ve düzyazılarında çok işlenen bir diğer konu da yalnızlıktır. Bu durumu bir çıkış noktası olarak benimser, insanın bölünmüş bir varlık olduğunu ve ancak şiirsel imge, cinsel sevgi ve tanrısal sezgiyle bütünleşebileceğine inanır...

En başarılı yapıtı sayılan GÜNEŞ TAŞI’nda toplumsal sorunlarla, kişisel kaygılarını, cinsel sevgiyle yalnızlık arasındaki kopukluğu, tarihle sonsuzluk arasındaki karşıtlığı Aztekler’in oyma taş takvimi olan “güneş taşı “ simgesi altında bir bütünlüğe kavuşturduğu görülür...

"Sürekli dönüş mitos"unu benimseyen Paz, son şiirlerinde “ölmek dönmektir” temasını işlerken yeniden çocukluğuna ve Meksika’nın “yalnızlık dolambacına” döner...

Bu O’nun “yaşamla ölüm”ü aşma, “varlıksız varlık” adını verdiği üçüncü bir aşamaya geçme çabasının şiir diliyle açıklanmasıdır...



Her şey bizimle başladı;
zaman , böldü
geçmişimden geleceğime uzanan
canlı parçaları
yılana vurulan satır gibi;
ışıltılar ışıldadı,
bakakalmanın kör bakışı;
sözcükler, ruhun delik deşik ağı;
adlarımız, sende ve bende uyandırdıkları arasında,
boşluğun duvarları hiç bir borazanın sarsamadığı.

Ne düşler ne umutları kırılmış halk
ne hezeyan ne peygamberce köpükleri
ne sevda dişleri ve tırnaklarıyla, bize yeterli.

Bizden daha ötelerde,
varolmanın ve biryerlerde bulunmanın sınırlarından,
bu hayattan öte bir hayat hakkımız olan bizim.

Dışarda soluklanıyor gece, açılıp saçılıyor,
iri sıcak yapraklar sarmış her yanını,
döğüşen aynalar:
meyveler, pençeler, gözler, dalbudak,
parıldayan omuzlar,
bedenler arasında yol açan bedenler.

Seril bu köpük basmış kıyıya,
geçer onca ömür habersiz ve boşvermişlikle;
sen de karışıver gitsin geceye.
Aç mahremiyetini efil efil beyazlık,
uza uzayabildiğince, ey parçalanmış yıldız,
şafağın ucuna kurulmuş terazide tartılan ekmek,
şu anda ve diğer ölçüsüzlükteki kan deveranı.


1959-1962 arasında yeniden Paris’e döndü..

1958-1961 arası şiirlerini SEMENDER;
1962-1968 arası şiirlerini de DOĞU YAMACI adlı kitaplarında biraraya getirdi...

Bu yıllarda Meksika’nın Yeni Delhi büyükelçisi olarak görev yapıyordu.. Bu dönem onun yalnızca şiir türünde değil; sanat, politika, felsefe, ve antropoloji konularında yazdığı yazdığı kitaplardan da anlaşılacağı gibi yaşamının en verimli yılları oldu.

1968’de Mexico City’de bir grup öğrencinin öldürülmesini protesto etmek amacıyla büyükelçilik görevinden ayrıldıktan sonra İngiltere’de Cambridge, ABD’de Harvard Üniversite’sinde profesör olarak çalıştı...


Ahmet Cemal, yazarın, değişik alanlardaki denemelerinden birkaçını seçerek yaptığı çeviriyi DÜŞLER BOYUNCA YARATMAK adıyla yayınladı...

Octavio Paz bu yapıttaki “Gerçeküstücülük” başlıklı denemesinde, "İnsan düşleyen bir varlıktır” diyerek, “O’nun taşıdığı aklın bile yalnızca bu sürekli düşleme eyleminin biçimlerinden biri olduğunu" ekliyordu...

Aslında düşlemek; kendinin dışına çıkmak, kendini yansıtmak, kendi sınırlarını sürekli aşmak demekti...şimdi yazarın DÜŞLER BOYUNCA YARATMAK adlı kitapta yer alan yazılarından birini sunacağım sizlere...

Octavio Paz’ın 23 Nisan 1982’ de Cervantes Ödülünü alırken verdiği söylev metninden...LİBERAL GELENEK başlığını taşıyor...

“Özgürlük; evreni ve insanı açıklamaya yönelik, genel bir sistem değildir...Bir felsefe de değildir.. Aynı zamanda; hem kaçırıldığında bir daha ele geçirilemeyecek, hem de anlık bir eylemdir...Bu aslında türlü olasılıklar arasından birini seçme eylemidir...Özgürlüğün ne genel bir kuramı vardır,ne de böyle bir kuram herhangi bir zamanda olabilir...Çünkü özgürlük, her birimizin iç dünyasında, bireycilik niteliğiyle var olan ve hiç bir genelleştirmenin kalıbına sokulamayacak bir şeyin onaylanmasıdır..Her birey teklik niteliğini taşıyan kendine özgü bir varlıktır...Bu nedenle başkalarına zorla benimsetilmeye kalkışılan bir özgürlük, o anda tirenizme dönüşür... Bolşevikler Rusya’da, özgürlük adına kurucu meclisi dağıttıklarında, Rosa Lüxemburg onlara şöyle karşı çıkmıştı...”Özgürlük her zaman farklı düşünenlerin özgürlüğüdür.. başlangıçta benim “tek”liğimin olumlanması olan özgürlük , “benden başkasının ve başkalarının” da tanımlanmasıyla özgürlük olur...Başkalarının özgürlüğü benim özgürlüğümün koşuludur.. Adasında yaşayan Robenson, gerçek anlamda özgür değildir.. Hiçbir yabancı iradeye bağımlı olmamasına ve kimselerin kendisini bir şeyler için zorlamamasına karşın, onunki havada kalmış bir özgürlüktür...Tek başına olan insanın özgürlüğü, despotun türlü hayaletleri barındıran özgürlüğüne benzer.. Özgürlüğün gerçekleşebilmesi için, somutlaşması ve bir başka bilincin bir başka iradenin karşısına çıkması şarttır.. Öteki, benim özgürlüğümün aynı zamanda; hem sınırı, hem kaynağıdır...Özgürlük bir yönüyle teklik, hem kuraldışılık, öteki yönüyle de çoğulculuk ve birlikte yaşamak anlamını taşır...Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur: Özgürlük ve demokrasi eş anlamlı olmamakla birlikte, birbirlerinin tamamlayıcısı olan kavramlardır.. Özgürlükten yoksun bir demokrasi bir despotizmdir...Demokrasiden yoksun bir özgürlük hayalden başka bir şey değildir.. Özgürlük ve demokrasiyi kaynaştırmak modern toplumların gerçekleştirdikleri bir büyük edimdir...”

Octavio Paz ülkesinde 1930’lu yıllardan başlayarak,çeşitli edebiyat dergileri kurdu ve yönetti... 1970’li yıllarda, edebiyat ve siyaset içerikli "Tural" dergisinin yayın yönetmenliğini de üstlenmişti..

Paz düşlediğini yaşayan bir insandır. Bir başka deyişle onun için iki kez yaşar da diyebiliriz.. "Gerçekliğin düşünde" ve "yazı’nın düşünde". İnsana ve politikaya değgin bağlanıştan hiç bir zaman korkmamıştır. İspanya İç Savaşına katılışından, yakınlardaki Meksika politik düşünce savaşında yer alışına dek Hamlet’ in bir başka bağlamda söylediği “eylem yakışmalı sözcüğe, sözcük yakışmalı eyleme” sözlerine uyuyordu.

Liberation gazetesinde yayınlanan bir söyleşisinde, “Yazar olarak çalışmanızı, politika eleştirmeni olarak çalışmanızla nasıl bağdaştırıyorsunuz?” sorusuna karşılık olarak: "Her iki çalışma bende birlikte yürüyor olsa da, politikacı değilim. Olmadım, olmaya da hiç niyetim yok.. Tek amacım politikayı eleştirmek...Bu konu beni çocukluğumdan beri meşgul etti..Bunun nedeni belki de küçüklüğümden beri tarihle ilgilenmiş olmam. Kuşağımın insanları beni önce şair olarak görüyor... Ancak şiir bende taa başından beri tarihle bağlantılıydı...Bunun ana nedeni benim bu yüzyılın büyük değişimlerinde aynı zaman kesitini paylaşmamdır..” Sırasında solculara eleştiriler yöneltip onlardan tepki aldıysa da kendini bir sosyalist olarak adlandırmaktan hiç bir zaman vazgeçmedi.


1970’de Jacques Roubaud, Edoardo Sanquinetti ve Charles Tomlinson’la birlikte Japon şiirindeki “renga” türünün batılı bir uyarlamasını gerçekleştirdi...

1974’te Harvard’da bir dizi konferans verdi...

Gecenin soğuk dudakları
Bir laf eder
Laf sanma taştır
Taş sanma gölgedir
Acının sütunu
Olgunlaşmamış düşünce
Hayali dudaklarıma doğru gerçek su
Gerçeği taşıyan sözcük
Hatalarımın nedeni

Eğer o ölümse yaşarım yalnız onun için
Dalarım anılara ama bir şey anımsayacağımdan değil
Artık bilemem ne söyler de güvendiririm kendime
Nasıl anlaşılır birinin hayat taşıdığı
Nasıl unutulur bildiklerimiz
Zaman aralar da gözkapaklarını
Bakar bize ve kendisi de kaçırmaz görüntüsünü.


Octavio Paz 1987’de ARADAKİ AĞAÇ adlı şiir kitabını yayınladı. O’nun dilimize kazandırılan diğer bir şiir kitabı ise 1991’de çıkan YAY VE LİR ‘dir.

Yay ve Lir’in bu birinci kitabı beş bölümden oluşuyor. Kitabın en ağırlıklı bölümü Dize ve Düzyazı...

Fransız, İngiliz, Alman ve İspanyol şiirini dil özellikleriyle karşılaştıran Paz, ardından da şairlerden sözediyor. Eliot ve şiiri Çorak Ülke’ye ilişkin çözümlemesiyle, Ezra Pound, Eluard, Lautreamount, Apolanaire, Jimenez ve başka şairler için yaptığı yorumları; “Dize ve Düzyazı” bölümünün yoğunluğunu artırıyor. Eseri dilimize Ömer Saruhanlıoğlu çevirmiş.

Octavio Paz’ın şiirlerini Türkçe’mize Ü.Tamer, Tomris Uyar, Onat Kutlar, Said Maden, Adnan Özer ve Ali Cengizkan çevirdiler.


Doğu ve Batının özgün bir sentezi olan şiiriyle, ilginç düzyazılarıyla, 1990 Nobel Ödülü sahibi, şair, tarihçi, diplomat, deneme ustası Octavio Paz’ın şiir tutumunu GÜNEŞ YA DA KARTAL adlı kitabındaki bir tümce kesinlikle belirtiyor: “Tutarsız beğenilerin maskelerini koparmak, duygun merkezdeki bir noktaya çivilemek: patlayışı kışkırtmak.”

Bir de şu tümceyi anabiliriz: “şiir, evreni ve insanı değiştirecek güçte bir yaşantıdır. Başlı başına devrimci bir eylemdir.”

Gene aynı kitaptan Şairin Emekleri başlıklı yazının VII. ve XIV. bölümlerini aktarıyorum:

“Açıyor geniş kanatlarını kara mürekkep. Lamba yıldız çakıyor ve örtüyor sözcüklerimi kırık camlardan bir pelerinle. Duyurmadan yazıyorum filiz süren gölgenin çotuğuyla. Sofaya giriyor gece, şöyle bir dalgalanıyor karşıki duvar kayaların kuburdan ağzıyla; kalemle kağıt arasına giriyor. göğün iri dilimleri de Basit bir tek hece yetecekti dünyayı havaya uçurmaya. Fakat yer yok bu gece bir sözcük fazlasına.”

“Ne güçlüklerle, milim milim ilerliyordum yıldan yıla; bir yol yaptım taş arasında. Aşındı dişlerim ve kırıldı tırnaklarım; bin yıldır varmak için oraya, öbür tarafa, ışığa ve açık havaya. Ve şimdi kanayan ellerim, eğrilmiş dişlerim, işe yaramaz bir halde, susuzluk ve tozdan çatlamış bir oyukta, şöyle bir durup tartıyorum verdiğim emeği; varmışım hayatımın ikinci yarısına kayaları parçalayıp duvarları oyarak, kapıları delerek ve engelleri kırarak; bir yer edindim ışık ve kendim arasında hayatımın ilk yarısı boyunca.”

“Sözcükler, tümceler, heceler, değişmez bir merkezin çevresinde dönen yıldızlar. İki gövde, tek bir sözde karşılaşan bir çok yaratık. Sayfa silinmez yazılarla örtülür, hiç kimsenin denemediği, söyleyip yazdırmadığı yazılarla, oraya düşmüş olan ve tutuşan ve parlayan ve sönen.. İşte şiir bunun için var, sevgi bunun için var.. Ve ben varsam, sen de varsın.”

“Her yerde yükümlü yalnızlar yeni söyleşinin sözcüklerini yaratmaya çalışırlar”

“Tarih uyuyunca, düşte konuşur; uykuya varmış ulusun alnında, şiir bir kan burcudur. Tarih uyanınca imge edim olur, şiir de sona erer : şiir görevine başlar.”

“Kurduğun düşe yaraşmaya çalış.”



günfrfd / 1996

Hiç yorum yok: